Alkali Beslenme


Sağlık
24/10/2018
Öncelikle vücudun asit-alkali dengesinin temelini oluşturan birinci yol alkali besleme üzerinde bilgilenmek için alkali ne demektir? Asit-alkali dengesi nedir? Onu inceleyelim.

ALKALİ NE DEMEKTİR?

Alkali alışamadığım yeni bir terim olarak karşıma çıktı. Alkali beslenmeyi öğrenmeden önce alkali ne demek acaba arayışı içine girdim. Zira yaşamım boyunca mantığımın Kabul etmediği bir yaşam ve beslenme modelini Kabul etmekten kaçındım.

Alkali terimini araştırdığımda yolum kimyaya çarptı.  Alkali   kimyasal bir terimdi.  Kimyada metallerin hidroksitleri ile amonyum hidroksitin genel adıydı. Arapça "Al-gili" kelimesinden gelen bu terim, simya ilminde bitki küllerinden elde edilen sodyum ve potasyum oksitlerini ifade etmek için kullanılıyordu. Alkaliler kimya endüstrisinde sodyum hidoksit, sodyum karbonat, potasyum karbonat, kalsiyum, magnezyum ve amonyumun hidroksit ile karbonat bileşkelerinde ve sabun, cam, deri, kâğıt ve gübre sanayinde baş rollerdeydi.

Yukarıdaki asit ya da alkali değer taşıyan kimyasallara baktığımızda, günlük yaşamımızın organik ve inorganik asitlerin, alkali kimyasalların sıklıkla kullanıldığı bir sahne olduğunu gördüm. Burada üzerinde durulması gereken nokta, gelişen teknolojinin, modern yaşamın, hayatımızı kolaylaştırmanın yanı sıra fazla asit yükünü de bize hediye ettiğiydi.

Soluduğumuz hava, metal atıklar ve kimyasallarla kirlenen toprak, değişen çevre koşulları, kullandığımız temizlik malzemeleri, tarım sektöründe ara ürün olarak kullanılan kimyasallar, hazır gıda sanayisinde çoklukla yer alan koruyucular, tatlandırıcılar, ambalajlar, hatta sağlığımızı kazanmak ve korumak adına aldığımız ilaçlar vücudumuzun temizleyebileceğinden daha fazla asitle yüklenmesine sebep oluyorlardı. Modern yaşamla birlikte artan bu asit yükünün vücudumuza zarar verdiği bilimsel olarak kanıtlanmıştı.

Sonuçta sağlığımız ne diyete ne ilaçlara ne destek vitamin ve minerallere doğrudan bağlıydı. Sağlığımız, soluduğumuz havadaki oksijen miktarı, içinde bulunduğumuz doğal çevrenin kirliliği, beslenme yoluyla alınan besin maddelerinin vücutta sindirimleri sonrasında bıraktıkları alkali veya asidik atıklar ve stres unsuru taşıyan yaşam biçimimizi doğru yönetip yönetmemizle doğrudan ilintiliydi. Bence 2000'li yıllarla birlikte, son yüzyılın en heyecan, en müthiş buluşu, sağlığı korumanın, sağlıklı yaşamın temelinin vücudumuzun asit-alkali oranına, yani pH dengesine bağlı olduğunun bilim insanlarınca açıklanması olmuştur.

Burada söz edilen asit mide asidi, mide asidinin pH değeri veya besinlerin tat olarak asidik tatta olmaları durumu değildir. Konu edilen asit, vücudun dokularına, vücut sıvısına etki eden tamamen farklı yapıda bir asittir. Örneğin limon tat olarak asidik bir meyvedir, ancak limon asidi mide asidinden düşük olduğu için sindirimi sırasında alkali atık bırakan alkali oranı yüksek bir besindir. Aradaki ters orantı akıl karıştırıcı olmakla birlikte, alkali veya asit oranı diye açıklanan değerlerin besin içerikleri ve tatlarıyla bağlantılı olmadığını ortaya koyan çarpıcı bir gerçektir.

Solunum, beslenme, çevresel faktörler, yaşam biçimi ve vücudun kendi metabolik hareketleri sırasında açığa çıkan asit ve alkali atıklar vücudun pH dengesini oluşturan ana unsurlardır.

VÜCUDUN ASİT-ALKALİ ATIK ORANI

Meraklı olduğumdan son yıllarda çok konuşulan ancak tıp doktorlarının zaten bildiği asit-baz yani asit-alkakli dengesinin ne olduğunu bir inceledim. Aslında bı bilginin hiçte yeni olmadığını aksine 19 yüzyılın başından beri teori olarak sunulduğunu gördüm.

1909 yılında Sorren-sen tarafından ortaya atılan teoriye göre  vücudumuz doğal bir asit-alkali atık dengesine/oranına sahiptir. Son yıllara kadar pek bilinmeyen ya da üzerinde konuşulmayan bu doğal orana ya da dengeye "hoeostasis" denir. Sağlığımızın temeli bu dengedir. Bütünsel sağlığın temeli bu dengedir.

Vücut doğal haliyle hafif alkalidir. Sağlıklı bir insanın kanı ufak değişimler göstermekle beraber hafif alkali değerini korur. Metabolizmanın günlük enerji işleyişini doğru yapabilmesi için kanın hafif alkali olması şarttır. Tüm vücut mekanizması, damarlarımızda dolaşan kanımızın asit-alkali değeri, yani asidin alkaliye oranını koruma üstüne kuruludur. işte bu yüzden dış etkenler, solunum ve beslenme yoluyla alınan fazla asit atık yükü vücudun tüm mekanizması bozar.

Bu bozulma sonucu hastalıklar artmaya, genç yaşta ölümler ve tehlikeli hastalıklarla karşı karşıya kalma riskleri artmıştır. Obezite dünyanın uğraşmak zorunda olduğu önemli bir sorun olmuş, kanser, kalp, şeker, yüksek tansiyon, kemik erimesi gibi hastalıklar gençlerimizi, çocuklarımızı tehdit etmeye başlamıştır. Uzmanların tüm bu olumsuz gelişimin nedeninin yanlış beslenme olduğunu açıklaması ile  vücudu pH dengesine uygun alkali beslenme ve alkali yaşam Amerika Birleşik Devletlerinin en duyarlı bölgesi olan Kaliforniya'dan başlayarak  dünyanın gündemine oturmaya başlamıştır.

Alkali beslenme bir diyet midir?

Alkali beslenme Kaliforniya da doğdu diye topladım tası tarağı ver elini Kaliforniya. Heyecanla okula kaydımı yaptırdım. Yeni bir yaşamın kapılarını aralayacaktım. Ancak ne gariptir ki okulda eğitim veren hocalar ve kayıt memurları da benim kadar heyecanlıydılar. Zira Türkiye'den ilk öğrencileri bendim.

İlk ders beslenme üzerine uzmanlığı olan Prof Dr. hocamız tahtaya kocaman ingilizce diyet kelimesinin karşılığı olan DİET yazdı ve bize yorumlayın dedi. Hepimiz kendimizce yorumladık. Sonra gitti ve sondaki T harfini sildi. DİE kaldı yani ingilizce ölmek, mahrum edilmek, yoksun bırakılmak olan. Doğruydu diyet birçok şeyden mahrum olmaktı.

 Amerikalı hocamız derse  ‘Alkali beslenme bir diyet değildir.' Diye devam etti. ‘Alkali beslenme   Vücudun anatomisine uygun beslenmenin matematiğidir. Doğal beslenme biçimidir. İnsan doğası ile uyumludur. Alkali beslenme biçiminde yasaklar değil vücudunuzun dengesine uygun dengeyi sağlayan sizin kendi formülünüz vardır. Genel olarak sağlıklı bir kişi için bu denge % 75 alkali % 25 asidik besinlerle beslenmekle olur. Ancak herkesin yaşam biçimine , sağlık durumuna ve beslenme alışkanlıklarına göre değişir. ‘dedi.

Etrafımda genellikle alkali beslenmeyi bir diyet gibi uygulayanlar veya  Alkali beslenme bir diyet gibi algılandığı için bu zor, ben bunu yapamam diyenler oluyor. Onlara verilecek basit bir cevabım var. Doğada zamanında çıkan, doğal olanı yeseler zaten alkali beslenmiş oluyorlar. İşte bu kadar basit. Ne zor ne de diyet gibi sıkıcı.

Artık kalori saymak diye bir şey kalmadı dünyada. Bunun yerine yediklerimiz vücudumuzda neye dönüyor buna bakmak lazım. Bir ekmek yediğinizde verdiği asit ve yağ oranı o kadar yüksekken, kestanenin yağ olarak depolanması minimumdur. Kestane vücutta sindirim sonrasında alkali atık verir ekmek asidik atık verir. Gerçek sağlık için bilinmesi gereken sır  buradadır.

VÜCUT pH DENGESİNİN ÖNEMİ

Gerçek sır vücudun dengesini korumaktadır.

İnsan vücudunun yapıtaşları hücreler pH dengesinin oluştuğu hafif alkali ortamda tam performans çalışır. Hücrelerin aşağıda belirtilen faaliyetleri gerçekleştirmek için vücut pH dengesine ihtiyaçları vardır:

Bu sebepledir ki vücudumuzda oluşan tüm metabolik olaylar, vücudumuzun işleyiş prensibi kanımızın pH değerini 7,35 ile 7,45 arasında tutmak üzere programlıdır. Kanımızın pH'ının asit tarafa kaymasına asla izin verilmez.

ASİT-ALKALİ DENGESİNİN BOZULMASI

Peki ya bu denge bozulursa..

Kanımızın pH 7,35-7,45 oranının dışına çıkmaması hayati önem taşıdığı için kanımız daima aynı pH değerini korur. Değişim olmadığı için de yapılan tüm kan testlerinde, kan her zaman normal pH aralığında çıkacaktır. Bu sebepledir ki, vücudun asit yükü kan testlerinden anlaşılmaz. Zira doğduğumuzdan bu yana vücudun temizlik işçileri, asidik artıkları yok etmek için durmaksızın çalışmaktadır.

Her metobolik olay (yürüme, konuşma, düşünme, görme vb), beslenme yoluyla alınan besin değerlerinin kan yoluyla hücrelere taşınması ve besin değerlerinin, hücrede bir tür yanma yoluyla kimyasal reaksiyona girmesi sonucu çıkan enerjiyle oluşur. Yanma sonucu ortaya çıkan enerjinin geride bıraktığı atık, yani ateşten arta kalan kül ve duman ise asittir. Yani her metabolik olay sonrası (dinlenirken, konuşurken, okurken, çalışırken, spor yaparken, hatta uyurken) kullanılan enerji asit atık oluşturur.

Oluşan bu asit terlemeyle deriden, nefes alıp vererek solunum sisteminden, dışkılama ve idrar yoluyla sindirim sisteminden dışarı atılır. Asidin miktarı vücudumuzun temizleyeceğinden daha fazla olursa tamponlama (temizleme) sistemi devreye girer.

Vücudumuz tamponlama sistemi görevini, hücreler arası akışkanlıklar ve aşağıdaki yollarla gerçekleştirir:

-Küçük ama görevi büyük pankreas tarafından üretilen bikarbonat enzimiyle

-Beslenme yoluyla alınan veya kemiklerden, dişlerden kıkırdak dokudan, yani iskeletimizden alınan kalsiyumla

-Beynimizin soluk alıp verme mekanizmasındaki şaşılacak hız sonucu alınan oksijenin kullanımından oluşan karbon- dioksidi nefes yoluyla çarçabuk dışarı atarak

-Böbreklerin fazla aside ve alkali üreyi kandan toplayarak dışarı atılacak idrara dönüştürmesiyle

-Beslenme sonucu oluşan asidin sindirim sistemi tarafından bağırsaklardan dışkılamayla atılmasıyla


Vücudunun asit-alkali dengesi pH 7,35 ile 7,45 arasında olan bir insanda, vücudun bütün hücreleri asit atık tamponlama işlevlerini kusursuz yerine getirir. Ancak eğer asit miktarı vücudun tamponlama sisteminin tamponlayabileceği miktardan fazla ise fazla vücuda vereceği hasarı engellemek için güvenli bir şekilde depolanır. Fazla asidi depolamak, vücudun fazla aside karşı uyguladığı bir savunma mekanizmasıdır. Savunma mekanizması, vücudun aşırı asidik olmaması için yağ üretir ve fazla asidi bu yağla birlikte yaşamsal organlardan uzak yerlerde adeta paketleyerek depolar. Yağ ilk bakışta, yaşamsal organları fazla asit hasarından korumak için gerekli görünmektedir. Ancak vücudun fazla asit atıklarıyla dolması sonucu oluşan aşırı yağ birikimi, uzun vadede hastalıklarla karşı karşıya kalınmasına yol açar.

Aman dikkat !!

21. YÜZYILIN BAŞ BELASI DİYE ADLANDIRILAN ASİDOZ

Asidoz, kanda aşırı miktarda asit bulunması, vücudun işleyebileceğinden daha fazla asidin toplanması demektir. Kan pH'ı 7,35'in altına düştüğünde asidoz oluşur. Vücutta yüksek miktarda asit üretimi, asitlere metabolize olan besin maddelerinin tüketilmesi, azalan asit atılımı ya da artmış alkali atılımına bağlı olabilmektedir. Tamda ifade edildiği gibi baş belasıdır. Ancak modern yaşamın bir yan etkisidir.

Neden mi?

Besinlerdeki katkılar, yapay maddeler, içtiğimiz su, kullandığımız toprak, soluduğumuz hava toksik maddelerce artan oranda kirlenmektedir. Vücudumuz, maruz kaldığı ve metabolize ettiği bu kirlilik sonucu ortaya çıkan toksiditeden kurtulma, yani detoksifikasyon işlemi vücudun doğal kapasitesini aşar hale gelmiştir. Dış çevrenin kirlenmesi iç çevreyi de kirletmektedir. İç çevre dış çevre ve yanlış beslenme yoluyla yüklenen fazla asidi temizlemekte giderek daha zorlanmaktadır. Değişik kaynaklardan gelen düşük seviyeli toksidite, kanda, vücuda yerleşmiş olan mantar ve bakterilerinde katkısıyla oluşan aşırı asitlik, vücudun doğal asit-alkali dengesini bozmakta, vücudu sağlık limitlerinin dışına çıkacağı için önemli rahatsızlıklara neden olmaktadır.

Peki nedir bu rahatsızlıklar?

ASİDOZUN NEDEN OLDUĞU RAHATSIZLIKLAR

  • Vücudun bağışıklık sistemini zayıflatır, vücudu hastalıklara karşı savunmasız bırakır.
  • Kan basıncını bozar, düzensizleştirir, tansiyon problemlerine neden olur.
  • Atardamarların yüzeylerini erozyona uğratıp kardiyovasküler yapıları zayıflatır.
  • Serbest radikallerin çoğalması için gerekli zemini hazırlar.
  • Erken yaşlandırır, daha yaşlı görünmemize sebep olur.
  • Aşırı şişmanlık, kalp, şeker ve kanser gibi tehlikeli hastalıklara neden olur.
  • Kolesterol plakaların oluşmasına yol açar.
  • Asidoz nedeniyle eritrozitler oksijen taşımakta ve kılcal damarları çekmekte zorlanır ve nefes darlığı ortaya çıkar.
  • Hücrelere dağılan oksijen miktarında azalmaya neden olur, hücreler işlevlerini tam
  •  performansla yerine getiremez.
  • Kritik lipit ve yağ asidi metabolizmasını bozar, karıştırır.
  • Asidoz nedeniyle mantarlar, özellikle de bağırsak mantarları çoğalır.
  • Asitler vücut tarafından asidik tuza dönüşürken aşırı oranda sodyum, potasyum,
  • Kalsiyum gibi mineralleri kullandığı için hücre yapımında kullanılan bu faydalı
  • minerallerin miktarı azalır.
  • Hayvansal besin maddeleriyle alınan vücut ihtiyacından fazla protein ürik aside,
  • ürik asit de üretik asit tuzuna dönüştürülerek cüruf şeklinde depolanır. Cüruf
  • üretmek için harcanan mineraller saç, kemik ve dişlerden alındığı için diş çürümeleri, saç dökül- mesi, tırnak kırılması, kemik yoğunluğu azalması yaşanır.
  • Cüruf sertleşmesi deride şişkinliklere, yani selülite neden olur.
  • Asidoz nedeniyle oluşan iğne şeklinde asit kristalleri kıkırdakları tahrip eder ve
  • diskler beslenemez, disk fıtığı oluşur, eklemler deforme olur.
  • Oluşan asit kristalleri sinir hücrelerine batar ve sinirsel ağrılar başlar.
  • Asidin vücudumuza verdiği büyük hasar göz ardı edilemeyecek kadar ciddidir.
  • Ne yazık ki neticeleri de yıllara yayıldığı için farkında olmadan içten içe yıpratır.
  • Genç bir vücut fazla asit yükünü daha hızlı temizleyerek dengeyi kurabilir. Ancak
  • yaş ilerledikçe yıllardır süregelen yanlış beslenmeler ve çevre kirliliğinin olumsuz
  •  etkileri nedeniyle alınan fazla asit karşısında, hücre ve organlar için kanın pH
  •  değerini korumak giderek zorlaşır ve hastalıklar baş gösterir.

ASİDOZUN NEDEN OLDUĞU HASTALIKLAR

  • Obezite
  • MS,MD, ALS
  • Kalp krizi
  • Yüksek tansiyon
  • Şeker
  • Kemik erimesi
  • Her türlü kanser
  • Depresyon
  • Bunama
  • Alzheimer
  • Konsantrasyon eksikliği
  • Erkeklerde prostat problemleri
  • Böbrek hastalıkları
  • Yorgunluk, halsizlik, stres




miyase bülbül kitap







miyase bülbül logo